A Cloud on the mountain that blocks the way, Shadowplay on Video, ca. 15 Minutes, English, filmed, produced and recorded on site in Uchisar Cappadocia, Voices: Christoph Schäfer, Hera Büyüktaşçıyan
Cappadocia Struck / Cappadox 2015 curated by Fulya Erdemci and Kevser Güler
“Like the exhibition, the projects of the artists were pointing at a state of becoming. Hence, the artists’ productions were considered as gestures because they refered to immediacy, spontaneity and incompleteness that coincide with their responses to Cappadocia. Opening up a space for conversations on the artistic imagination’s forms of engagement with a particular place, the artists created new projects that focused on the geography, architecture and settlements together with the ways of dwelling in the region. In the shadow play screened in a rock-carved space, Christoph Schäfer not only brought out his fascination with the corporeality of the architecture created by carving the rocks and shaping of the city by human bodies, but also read the cave city as a practical critique of urban planning.”
English introduction by the curators in universes in universes
Turkish Report by İlknur Sudaş in ARKITERA
Installation Foto by Boglárka Csösz
Translation to Turkish by Kevser Güler
Dağda Yolu Kapatan Bir Bulut
Boynuzlu Varlık: Kütüphanede bir kitap buldum. Adı “Dansın Felsefesi”.
Vazo: Adı gibi müthiş bir şey mi?
Boynuzlu Varlık: Yetmişlerden. Özerklik yanlısı bir feminist tarafından yazılmış.
Vazo: Dans etmek için bir vücuda ihtiyacın var.
Boynuzlu Varlık: Kitap bir mağarada tekrar anlatılan bir hikâye ile başlıyor.
Vazo: Bana uteral/rahim gibi geldi.
Boynuzlu Varlık: Evet, öyle. İki tane mahkûm birbirine bağlı bir şekilde, mağaranın girişini görmeden oturuyor. Görebildikleri tek şey duvarlardaki gölgeler.
Vazo: Devam et, o eski Platon hikâyesine benziyor.
Boynuzlu Varlık: Evet, işte o hikâye. Felsefe kitaplarını bilirsin. Mahkûmları mağarada tutanlar, onların gördüğü gölgeleri hareket ettirebilecekleri bir duvar bile inşa etmişler. Ne kadar da yapay bir kurgu değil mi?
Vazo: Aynen, neo-liberal pazar-radikalistlerinin “Müştereklerin Trajedisi” teorisini haklı çıkarmaya çalıştıkları “Mahkûmların İkilemi” hikâyesinde olduğu gibi. Sahte Platon diyalog hikâyelerinden biri. Felsefi idealarını, sadece filozofların bağından çözülmüş ve mantığın ışığının rehberliğindeki normal insanlar tarafından görünebilen dışardaki gerçeklik ile karşılaştırıyor.
Boynuzlu Varlık: Aydınlanma felsefesi ideayı yakaladı.
Vazo: Ama mahkûmları ilk başta mağaraya getiren nedir? Ve kim?
Boynuzlu Varlık: Filozoflar?
Vazo: Pekâlâ, fakat bunun anlamı ne?
Boynuzlu Varlık: Hm. Düşünmenin gardiyanları olan idealist filozoflar? Ben her zaman Platon’un iyi adam olduğunu düşündüm.
-Boynuzlu varlık düşünüyor-
Eğer düşünecek olursan mağara sakinleri hiçbir suretle bağlı değildiler. En az 30000 yıl boyunca mağara sakinleri mevsimleri ve hayvanları takiben, avcı ve toplayıcı olarak gezegende dolanıyorlardı.
Vazo: Platon’un idealist felsefesi, günlük yaşamdan ve insanlardan uzak bir düşünme şeklini belirtiyor. O zamanın faydacı maddi işleri artık filozofların iş kapsamında değildi. Daha yakın bir idealizm ideaların güneşine yaklaşıyor-daha da açmak gerekirse bu soyutlama durumu, sınıflı toplumun bir gerekçesi olarak ortaya çıkıyor.
Boynuzlu Varlık: Ve toplumu yöneten elitler bunu filozofların fazla bir müdahalesi olmadan yapabiliyorlardı.
Vazo: Rasyonalizmin tarihi, cazibeyi yasaklama teknolojisi olarak tanımlanabilir.
Boynuzlu Varlık: Hiçbir zaman bu açıdan bakmamıştım.
Vazo: Yenilikçi şehircilik ve şehir planlaması, uteral/rahme benzeyen yapı ve meskenleri aşağılayan idealizmi kendisine miras edindi. Planlamayı yapanlar kendilerini, şehir sakinlerini rasyonel mimarinin açık havası ve ışığına götürmek zorunda olan kimseler olarak gördü.
Boynuzlu Varlık: Toki.
Vazo: Planlarının rasyonelliğinden emin değilim. Ama evet, şehrin fonksiyonel bölümlere ayrılması örneğini takip ediyorlar.
Boynuzlu Varlık: Bununla ne demek istedin?
Vazo: Demek istediğim şu ki şehri net bir şekilde tanımlanmış alanlara ayırıyorlar –üretim ve çalışma, alışveriş, uyumak, teneffüs ve eğlence için ayrılmış alanlar- ev ve mesken yapmak oldukça pasif bir şey.
Boynuzlu Varlık: Şehircilik, dağda yolu kapatan bir buluttur.
Vazo: Ve şimdi sıradaki evre geliyor: sağlıklı bir sosyal çevrenin en basit kültürel ihtiyaçları için tarihi tekrardan formatlamak.
Boynuzlu Varlık: Tabii ki. İş öyle bir raddeye geldi ki, özgün olmak en sahte şey. Ve dünün sahteliği şu anda sahip olabileceğimiz en özgün şey. Fakat öte yandan: Geçmişin bastırılmış fikirlerinin, muhtemel bir geleceğin vaatleri olarak geri dönme eğilimi var.
Vazo: Kitabın adı neydi?
Boynuzlu Varlık: “Dansın felsefesi”. İyi fikir, hadi!
-Ritim başlar.-
Uçhisar sakinleri
Uçhisar sakinleri pasaport, ikametgâh, tapu nedir bilmediler.
Uçhisar sakinleri dağların içinden evler oydular.
Uçhisar sakinleri evlerini güneye baktırdılar.
Uçhisar sakinleri çok çok uzak bir galaksiden, başka bir gezegenden geldiler.
Uçhisar sakinleri hiçbir zaman komşularını dezavantajlı konuma sokacak bir şekilde ev inşa etmediler.
Uçhisar sakinleri kamusal bahçelerde, dere kenarlarında, kiraz ağaçlarının altında veya dağların tepelerinde buluştular, yiyecek ve içecek getirdiler ve onları paylaştılar, birbirleriyle güzel vakit geçirdiler.
Uçhisar sakinleri dans ettiler –turnalar gibi.
Koro:
Uçhisar sakinleri
Uçhisar sakinleri
Uçhisar sakinleri
Uçhisar sakinleri duvarlarını yerli ve ithal halılarla donattılar.
Uçhisar sakinleri yerleşmek ve inşa etmek arasında bir fark görmediler.
Uçhisar sakinleri sadece yaşamak için oymadılar dağları, üzüm cendereleri oydular, giysileri, silahları, radyoları, televizyonları ve kişisel bilgisayarları için depolar oydular.
Uçhisar sakinleri giyinip dans etmeyi severdi.
Uçhisar sakinlerinin arasında sakallı kadınlar vardı.
Uçhisar sakinleri çoraplarını kendileri ördü ve o çoraplar çok eskidiğinde onlarla bulaşık yıkamada kullandılar ve yemek ve yağla dolu olan bulaşık suyunu da hayvanlarını beslemede kullandılar.
Uçhisar sakinleri evlerini boyamayıp duvarları doğal taş renginde bıraktılar, yöresel bir renk katmak için kırmız taşları kullandılar, sadece tahta kapıları ve pencere çerçevelerini Kapadokya’ya özgü gökyüzü mavisiyle, Türk turkuazıyla ve yunan mavisiyle boyadılar.
Uçhisar sakinleri güvercinleri istekleri doğrultusunda havada döndürmek için eğitirler.
Uçhisar sakinleri sokaklarda kartondan bardaklar içinde sıcak içecekler taşıdılar.
Uçhisar sakinleri kafalarına renkli şallar dolayıp onları gümüş paralarla ve yanıp sönen led ışıklarıyla süslediler.
Koro:
Uçhisar sakinleri
Uçhisar sakinleri
Uçhisar sakinleri
Uçhisar sakinleri şairler gibi yerleştiler.
Uçhisar sakinleri evlerini kendileri inşa etmekle kalmayıp, kilden bardaklar, sürahiler, çanaklar ile arkeolojik şeyler, bıçaklar ve çatallar, çin yeme çubukları, kişisel uçaklar, silahlar, cep telefonları, uzay gemileri, koşu ayakkabıları, yürüyüş botları, plaklar ve üç boyutlu yazıcılar da yaptılar.
Koro:
Uçhisar sakinleri
Uçhisar sakinleri
Uçhisar sakinleri
Uçhisar halkı gücün yönetmeden, yönetimden ve hâkimiyetten farklı olduğunu bilir. Uçhisar sakinleri gücün aslında bir şeyler yaratmadan, üretmeden gelen bir güç olduğunu bilir. Uçhisar sakinleri bütün gücün kaynağının, birlikte hareket etmekten, farklı beceri ve yetenekleri birleştirmekten geldiğini bilir. Buna uygun olarak, Uçhisar halkı, etiği birlikte yaratmaktan ileri gelen deneysel tecrübeye dayandırır, dine veya felsefi idealara değil.
Koro:
Uçhisar sakinleri
Uçhisar sakinleri
Uçhisar sakinleri
Bazı Uçhisarlılar yeni alt kültürler geliştirerek başka bir vadiye taşındılar. Uçhisar kızları, 10 yıllık bir süreden fazla bir dönem boyunca, hemen hemen sadece siyah dar taytlar giydiler. Bazen Uçhisarlıları, rüzgârın parlak uzun siyah saçlarını uçuşturmasına izin verir bir şekilde kayalıkların üzerinde otururken görebilirsiniz. Bazen bir pencereden dışarıya baktığınızda, Uçhisarlıları o çok sevdikleri ve derin ritmik nefesleriyle evlerini sıcak tuttuğu için evlerinde besledikleri tüylü dev hayvanlarına sarılmış olarak görebilirsiniz.
Koro:
Uçhisar sakinleri
Uçhisar sakinleri
Uçhisar sakinleri